Tema Grup

İnsan Kaynakları: Kurumların Görünmeyen Kalp Atışı

“İnsan kaynakları” dendiğinde akla çoğu zaman tablolar, formlar, performans sistemleri ve prosedürler gelir. Ancak iş dünyasında her verinin, her süreç akışının arkasında daha derin bir gerçek vardır: insan.

 

Bugün artık insan kaynakları, sadece işe alım ya da bordro süreçlerinden ibaret değil. O, bir kurumun yönünü belirleyen stratejik pusula, kültürün taşıyıcısı ve sürdürülebilir başarının görünmeyen altyapısıdır.

 

Bir şirketin dili, karar alma biçimi, çalışanlarının sabah işe gelirken hissettikleri — tüm bunlar, insan kaynaklarının dokunduğu alanlardır. Çünkü kurumlar stratejilerle değil, insanlar aracılığıyla hayata geçer.

 

Geçmişte İK’nın önceliği “yönetmek”ti; bugün ise “anlamak.” Artık güçlü kurumlar, çalışanlarını kontrol eden değil, onlara güvenen ve potansiyellerini açığa çıkaran yapılardan oluşuyor. Bir İK profesyoneli artık yalnızca süreç yöneticisi değil; organizasyonun duygusal nabzını tutan kişidir.

 

O, potansiyeli fark eder. Sadece performansı ölçmez; insan hikâyesini duyar.

 

Kurumun hedeflerini gözetirken, o hedefe yürüyen insanların kalbini de gözetir.

 

Bu dönüşüm, İK’yı bir meslekten öte bir vizyona dönüştürüyor. Çünkü iyi bir İK, sadece işe alım yapmakla değil, “anlamı” işe taşımakla ilgilenir.

 

Çağdaş insan kaynakları, her kuruma şu üç temel soruyu sordurur:

  1. Çalışanların motivasyonlarını, değerlerini, potansiyelini gerçekten görebiliyor muyuz?
  2. Adil, ölçülebilir, sürdürülebilir yapılar inşa edebiliyor muyuz?
  3. Değerleri duvar yazılarından davranışlara taşıyabiliyor muyuz?

Bu üç soru, yalnızca İK profesyonelleri için değil, liderlik sorumluluğu taşıyan herkes için bir pusuladır. Çünkü kurum kültürünü yönetenler, aslında insanların duygusal deneyimini yönetirler.

 

Sessiz İstifa

Son yıllarda “sessiz istifa” kavramı, iş dünyasının önemli bir gerçeğini ortaya çıkardı. Çalışanlar fiziksel olarak işte, ancak duygusal olarak uzak. Toplantılarda sessiz, yeniliklere tepkisiz, sadece görevini yapan ama kuruma ait hissetmeyen bir kitle büyüyor.

 

Bu durum tembellikten değil, çoğu zaman görülmemekten, anlam kaybından ya da duygusal tükenmişlikten doğar. Bir çalışan işi değil, hissettiği değersizliği bırakır. Bu nedenle insan kaynaklarının en önemli görevi, o sessiz çığlıkları duymaktır. Kelimelere dökülmemiş duyguları, davranışların arasındaki boşluklardan sezebilmektir. Çünkü hiçbir istifa bir anda yaşanmaz; her biri, duyulmayan bir hikâyenin son satırıdır.

 

Sistemi geliştirmek önemli, ancak sistemi yaşatan “insan dokusunu” korumak daha önemlidir. Çünkü kurumun kalbi hâlâ insandır. Ve kalp yorulduğunda, en sessiz gidişler başlar. İK’nın işi yalnızca sistemi yönetmek değil, sistemin içinde insanı kaybetmemek. Ve belki de geleceğin en büyük rekabet avantajı, tam da bu insani farkındalıkta saklı. İnsanı anlamak, yönetmekten daha zor. Ama onu anlamadan yönetmeye çalışmak, sadece sistem kurmaktır. Oysa bizim işimiz, sistem kurarken insanı kaybetmemektir.

 

Ezgi BAYTEMUR